Kadın bedeni üzerine yüzyıllardır süregelen tartışmalar, zaman zaman bilimin dışına taşarak ideolojik alanlara sürükleniyor. Oysa doğum, yalnızca bir tıbbi süreç değil; bir varoluş meselesi, bir seçim hakkı, bir korku, bir umut ve en önemlisi kişisel bir deneyimdir. Bugün, bu deneyimin tam merkezinde yer alan bir isimle konuşuyoruz. Kadın doğum uzmanı, jinekolog ve binlerce doğuma eşlik etmiş bir yol arkadaşı: Melek Büyükkınacı.
Bu röportajda yalnızca doğumu değil, doğurulan düşünceleri, dayatılan beklentileri ve bastırılan sesleri de masaya yatırıyoruz. Güncel tartışmalara dokunuyor, ama yalnızca bugünü değil; kadının, kendi bedenine dair söz hakkını da konuşuyoruz. Buyurun, birlikte derinleşelim.
Dr. Melek Büyükkınacı kimdir? Sizi sadece bir doktor olarak değil, bir kadın, bir insan ve bir yol gösterici olarak da tanımak isteriz.
Mesleki yolculuğumda Diyarbakır’dan Antalya’ya uzanan pek çok durakta görev yaptım. Şu anda Antalya’daki özel muayenehanemde, kadın hastalıkları ve doğum, tüp bebek tedavisi, jinekolojik estetik ve cinsel terapi gibi alanlarda hizmet veriyorum.
Bir kadın olarak; anlayan, hisseden, zaman zaman yorulan ama hiçbir zaman inancını kaybetmeyen biriyim. Bir insan olarak; hayatın her anına dokunan, öğrenmeye ve öğretmeye açık bir yolcuyum. Ve eğer elimden gelirse, her kadına kendi gücünü hatırlatan bir yol arkadaşı olmak isterim.
Çünkü ben inanıyorum ki, bir kadının kendine güvenmeye başlamasıyla değişen şey sadece hayatı değil; dünyadır.
Kadın doğum uzmanı olma yolculuğunuzda sizi en çok etkileyen olay ya da dönem neydi?
Türkiye’de kadın sağlığı denince sizce en çok göz ardı edilen mesele nedir? Bu konu neden hâlâ yeterince gündeme gelmiyor?
Bir başka ihmal edilen konu da cinsel sağlık ve üreme sağlığı eğitiminin yetersizliği. Ergenlik döneminden itibaren kız çocuklarına bedenlerini tanımayı, doğurganlıklarını, korunma yöntemlerini ya da cinsel yolla bulaşan hastalıkları sağlıklı şekilde anlatamıyoruz. Bu eksiklik ileride ciddi jinekolojik problemlerle baş başa kalmalarına neden oluyor.
Neden hâlâ gündeme gelmiyor? Çünkü cinsellik, üreme ve kadın bedeni hâlâ toplumda konuşulması ayıp kabul edilen konular arasında. Oysa bu meseleler birer “kadın meselesi” değil, doğrudan halk sağlığı meselesidir. Kadınların bedenleri üzerindeki bilgi ve kontrol gücü arttıkça, sadece bireysel sağlık değil, toplumun genel refahı da iyileşecektir.
Son zamanlarda futbolcuların sahaya ‘normal doğumu’ öven pankartlarla çıkması kamuoyunda farklı yankılar uyandırdı. Siz bu mesajların altında yatan tıbbi ve toplumsal niyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Her mesaj, aynı zamanda bir politikadır derler…
Tıbbi açıdan bakıldığında elbette ki normal doğumun birçok avantajı vardır: Doğum sonrası iyileşme süreci genellikle daha hızlıdır, enfeksiyon riski daha düşüktür ve bebek açısından da solunum gibi bazı fizyolojik adaptasyon süreçleri daha sağlıklı işler. Ancak bu, her kadının her koşulda normal doğum yapması gerektiği anlamına gelmez.
Toplumsal olarak bakıldığında ise bu tür sloganların, kadının kendi doğum hakkı ve tercihini gölgede bırakma riski vardır. “Doğal olan budur” söylemiyle, sezaryeni seçen ya da seçmek zorunda kalan kadınların suçluluk duymasına yol açacak bir atmosfer yaratılmamalı. Oysa her kadının doğum tercihi, kendi sağlık durumu, psikolojik iyi oluşu ve medikal gerekçeler doğrultusunda hekim desteğiyle belirlenmelidir.
Bu yüzden, kadınların doğum tercihlerinin saygı ve destekle karşılandığı bir toplum hedefimiz olmalı. Doğumu ideolojik bir tartışma değil, bireysel bir sağlık kararı olarak değerlendirmeliyiz.
Vajinal doğum yerine ‘normal doğum’ ifadesinin kullanılması sizce doğru bir tabir mi? Vajinal doğumun cinselliği çağrıştırdığı düşüncesi, bu terimin tercih edilmesinde bir rahatsızlık yaratıyor olabilir mi?
Oysa kadın bedenine ait organların doğru isimleriyle konuşulması, cinsel sağlık okuryazarlığı ve beden farkındalığı açısından son derece kıymetlidir. Vajinal doğum demek, ne ayıptır ne de uygunsuz; bilakis, bilimsel ve doğrudur.
Dil, sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda bir bakış açısıdır. Bu yüzden kadınların doğum deneyimlerini konuşurken de daha nötr, kapsayıcı ve doğru terimleri tercih etmemiz gerektiğine inanıyorum.
Bu tür mesajlarda esas amaç, aslında yalnızca normal doğumu teşvik etmek değil; azalan doğurganlık oranlarına karşı, aileleri çocuk sahibi olmaya yönlendirme çabasıdır. Ancak bu çaba, doğum biçimi üzerinden değil, kadınların güçlendirilmesi ve sağlıklı ebeveynlik koşullarının sağlanması üzerinden ilerlemelidir.
Sezaryen ile doğum hâlâ gereksiz bir seçenek gibi mi görülüyor? Bu bakış açısının kadın psikolojisine etkileri üzerine ne söylemek istersiniz?
Doğum şekli ne olursa olsun, her anne doğum yaparken büyük bir cesaret ve emek gösterir. Bir kadının bedenine, kararına ve yaşadığı sürece saygı duymadan yapılan her yargı, onun anneliğini sorgulamak anlamına gelir ki bu, çok ağır bir psikolojik yük demektir.
Toplumsal dilimizi ve bakış açımızı, kadının yanında duran, onu destekleyen ve güçlendiren bir yöne çevirmeliyiz. Çünkü sağlıklı bir doğumdan daha kıymetlisi, kendini iyi hisseden bir anne ve güvenli bir bebek başlangıcıdır.
Kadınlar size en çok hangi korkularla geliyor? Bu korkuların kaynağı sizce daha çok bireysel mi, yoksa sistematik mi?
Bu korkular bireyselmiş gibi görünse de aslında büyük ölçüde sistematik: Toplumun ayıp, yasak ve tabu kalıpları, kadını kendi bedenine yabancılaştırıyor. Eğitim eksikliği, mahremiyet kaygısı, hekimle kurulan mesafeli ilişki… Tüm bunlar korkuyu büyütüyor.
Oysa kadın bedenini tanıdıkça korku azalır. Bilgi, güven ve empatiyle desteklenen bir sistemde kadın kendini daha güvende hisseder. Korkular azalır, yerine güç gelir.
Kadın bedeni üzerine bu kadar çok yorum yapılırken, kadının kendi sesinin bastırılmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Bu sessizlik, sadece bireysel değil; toplumsal, kültürel ve hatta politik bir susturulma hali. Kadının bedeni üzerinden söz sahibi olma mücadelesi, aslında var olma mücadelesidir.
Ama artık kadınlar daha çok soruyor, konuşuyor ve sorguluyor. Ve bizler de hekimler olarak, bu sesi bastırmak yerine daha çok duyulmasına yardımcı olmalıyız. Çünkü kadınların sesi yükseldikçe, sağlık daha adil ve insanî bir hale gelecek.
Genç bir kadına ya da anne adayına yalnızca tek bir cümleyle bir şey söyleme hakkınız olsa, bu cümle ne olurdu?
Meslek hayatınız boyunca sizi en çok etkileyen bir doğum anısını bizimle paylaşır mısınız?
Konuşamıyordu ama gözleriyle “Ben hazır mıyım?” diye soruyordu. Ellerini sıktığımda, “Beraberiz” diyordum.
Ve bebek doğduğunda… Odada bir sessizlik vardı, ama aslında tarifsiz bir ses yankılanıyordu: Bir kadının sessiz ama en güçlü çığlığı. O an, kelimelere gerek olmadığını anladım, sadece anlayan bir kalp yeterliydi.
Röportaj boyunca hem bilimsel bilgiye hem de insan ruhuna dokunan yanıtlarla karşılaştık. Melek Büyükkınacı, yalnızca bir doktor değil; aynı zamanda kadınların kendileriyle barışmalarına, seçimlerinin arkasında korkmadan durmalarına destek olan bir tanık.
Doğumun şekli değil, kadının o anı nasıl yaşadığıdır belirleyici olan. Ve belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, kadınların yalnızca bilgiyle değil, anlayışla da kuşatılmasıdır.
Çünkü bazen tek bir cümle bir hayatı değiştirir: “Kendi bedeninle ilgili kararı yalnızca sen verebilirsin.”
Röportaj: Cavit Yoldaş
GÜNDEM
6 gün önceGÜNDEM
15 gün önceGÜNDEM
22 gün önceEKONOMİ
26 gün önceGÜNDEM
29 Nisan 2025SİYASET
29 Nisan 2025EKONOMİ
29 Nisan 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.