Ulaş Fırat’ın hikâyesi, bir çocuğun köyde başlayan yalnızlıkla dolu saatlerini saplantılı bir üretkenliğe dönüştürmesiyle başlıyor. Gitarı sadece çalmakla kalmıyor, onunla düşünüyor, konuşuyor ve anlatıyor. Henüz 21 yaşında olmasına rağmen, müzikteki yolculuğu bir ömre bedel. Günde sekiz saat çalıştığı günlerden, kendi şarkılarını kaydedip dağıttığı bir bağımsız müzisyenliğe uzanan bu yolculukta; teknik gösteriden uzak, duyguyu önceleyen bir anlatımın izini sürüyor. Ona göre müzik, göz için değil; kalp için yapılır.
Sizi yakından tanımak isteyenler için soralım: Ulaş Fırat Özyurt kimdir? Gitarla kurduğunuz ilişki bugün bulunduğunuz noktaya nasıl evrildi?
21 yaşındayım. 11 senedir gitar çalıyorum. Çocukken başladım yani. O zamanlar köyde yaşardık, okula gitmekten başka bir işim yoktu. O yıllarda günde 8 saat gitar çalışırdım. Öyle gitar çalışmayı çok sevdiğimden değil; bir şeyi saplantı haline getirme huyum olduğundan çalışırdım. Bende böyledir: Bir şeye azıcık ucundan bile dokunsam, onu tüm detaylarıyla öğrenip iyi olduğuma ikna olana kadar başka bir şeye odaklanamam.
Birkaç sene önce dijital çizimlere merak salmıştım mesela. Hemen Adobe Illustrator indirip öğrenmeye başladım. Bir ay boyunca günümün neredeyse tamamını ona verdim. Sonra sadece bir aylık çalışmamla o işten para kazanmaya başladım.
9 yaşındayken de televizyonda tesadüfen izlediğim marangozluk belgeselinin ertesi sabahı, ahırdaki tahtalardan tabureler yapıp komşulara satmıştım zaten. 🙂
Çocukken her şeyden çabuk etkilenirdim; etkilendiğim şeyi de takıntı haline getirirdim. Günde 8 saat gitar çalışmamın nedeni de, büyük ihtimalle bu takıntıydı. Hâlâ her şeyden çabuk etkileniyorum ama artık çaktırmamayı öğreniyorum.
Fingerstyle tekniği, her müzisyenin kolaylıkla yönelmediği, oldukça özgün bir ifade biçimi. Bu tekniği seçmenizde hangi etkenler belirleyici oldu?
Fingerstyle çalmayı ben seçmedim. Yanlışlıkla oldu. 🙂
10 yaşımdayken gitarı ilk elime aldığımda YouTube’a “gitar” yazıp arattım. En başta, Sungha Jung adında Koreli bir çocuğun Karayip Korsanları müziğini gitarla çaldığı videosu çıktı. Onu izleyince gitarın öyle çalınan bir şey olduğunu zannettim. Dolayısıyla yola doğrudan gitarı fingerstyle düşünerek çıkmış oldum.
Country ve blues gibi köklü türleri müziğinizde başarıyla harmanlıyorsunuz. Bu türlerle kurduğunuz bağın sizi nasıl beslediğini anlatabilir misiniz?
Country, blues gibi türler etkilenmeme yetecek kadar dinlediğim müzikler değil. Ama fingerstyle gitar çalım tarzı, başlı başına bir teknik olarak blues tınıları hissettirdiği için böyle düşünmüş olabilirsin.
Ben en çok Türk ve Arap müziğinden etkilendim. Doğudaki sesler, dünyanın başka hiçbir yerinde yok. Bizde “arıza ses” diye bir şey var. Bu bize ait. Batılıya arıza sesi versen bile onlardan o duygu çıkmıyor. King Gizzard & the Lizard Wizard grubu kullanıyor mesela bu sesleri. Ama şimdi bir o grubu dinle, bir de Neşet Baba’yı… Aradaki farkı anlarsın. Bu bizim kumaşımızda var. Sonradan öğrenilemeyecek bir şey. Ben de bu kumaşı harcamamaya çalışıyorum.
Türkiye’de bağımsız bir müzisyen olarak üretimde bulunmak, çeşitli zorluklar ve özgürlükler içeriyor. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyi kendim yapmak zorundayım. Sözü, müziği ben yazıyorum; o benim işim. Gitarı da ben çalıyorum, o da benim işim. Ama tüm bunlardan sonra kaydı da ben alıyorum, mix & mastering’i de ben yapıyorum. Şarkıyı dijital platformlara ben dağıtıyorum. Pek beceremesem de reklamını da ben yapıyorum.
Bağımsız müzisyen olmanın en zor tarafı, her şeyi kendin yapmak zorunda olman. Ama bugüne kadar büyük çileler çektiğimi anlatıp bir şeylerden şikâyet etmek için çok erken. Henüz dijital platformlarda yalnızca iki şarkım var. 15 Haziran’da üçüncüsü çıkacak. Toplamda çıkmış üç şarkım olacak. Ama bitirdiğim halde hâlâ yayınlayamadığım, belki de 30 şarkım var. Niyetim, ölmeden hepsini paylaşmak.
Bağımsız müzik için en büyük mücadeleyi İrfan Alış verdi. Bizim gibi bağımsız müzisyenlerin başı sıkıştığında ilk uğradığı liman, İrfan abinin omuzlarıydı. “Abi” kelimesi, en çok ona yakışırdı. Onu çok özlüyorum.
Bir bestenin sizin için ‘tamamlandığını’ ne zaman hissedersiniz? Teknik mükemmeliyet mi, duygusal bütünlük mü sizin için belirleyici oluyor?
Teknik mükemmeliyet hiç umurumda değil. Duygular bizi yakalıyorsa o beste bitmiştir.
Teknik olan, kulağa değil göze hitap eder. Ben ona müzik demem; o, şov dünyasına ait bir iştir. Acayip gitar çalan elemanlar var, Instagram’da falan görüyorum. Bakıyorsun, adamın tekniği gerçekten yüksek bir zekânın ve yeteneğin ürünü. Ama teknik, kaosun içinde o kadar boğulmuş ki ortada gözlerimi kapatıp dinleyebileceğim bir şey kalmamış. İzlerken “vay be” dedirtiyor, o kadar. O müzik değil, gösteri.
Ben müziğin peşindeyim.
Fingerstyle gitarcıların çoğu da gitarı böyle şov yapar gibi çalar. Melodi ve duygu arka planda kalır. Bu yüzden fingerstyle kelimesiyle tanımlanmak istemem.
Benim sadece gitar çalarken kullandığım tekniğin adı fingerstyle. Yaptığım müzik ise fingerstyle değil.
Ulaş Fırat, parmaklarının ucunda taşıdığı sesleri sadece birer nota değil, yaşanmışlık olarak görüyor. Teknikten çok hissi önceleyen bu yaklaşımı, onu diğerlerinden ayırıyor. Henüz yolun başında olduğunu söylese de, üretmeye ve paylaşmaya dair tutkusu şimdiden kendi izini bırakmaya başlamış. Belki de en çok bu yüzden, bir gün herkes susacak ama onun sesi, gitarın tellerinde yankılanmaya devam edecek.
Röportaj: Cavit Yoldaş
GÜNDEM
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025EKONOMİ
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025