Metehan Güler’in sahnedeki duruşu, yalnızca bir yetenek değil; yılların birikimi, tutkusu ve inadı. Dört yaşında hediye edilen bir orgla başlayan yolculuğu, lisede kurduğu rock grubuyla yön buldu, tiyatro sahnesinde şekillendi ve O Ses Türkiye ekranlarıyla geniş kitlelerle buluştu. Onun için müzik, bir tercih değil; nefes almak gibi bir zorunluluk. Bu röportajda, ADHD ile baş etmeyi müziğe odaklanarak öğrenen bir çocuğun, Rock’n Roll’a adanmış bir sanatçıya dönüşümünü konuştuk. Sahici, içten ve tamamen kendi ritmiyle…
Sahnedeki karizmanızın ve sesinizin ötesinde, Metehan Güler’i çocukluktan bugüne şekillendiren asıl kırılma anı neydi?
Bu soruya cevabım, dört yaşında hediye edilen beyaz org olabilir. Çocukken kasetlere ses kaydetmeye çalışmam da olabilir. Bilgisayarları öğrenmeye başladığımda, Windows 98’in ses kaydedicisiyle ve ucuz bir bilgisayar mikrofonuyla birçok ses kaydı yapmış olmam da olabilir.
ADHD bir çocuk olduğum için dikkatimin kolay dağıldığı zamanlar çok oldu. Ancak işin bir de “hyperfocus” boyutu var. Müziğe her daim bu şekilde odaklandım; müzikten dikkatimi kimse dağıtamadı.
Lise yıllarında, Cihat Kora Anadolu Lisesi’nde bir rock grubu kurmam, sanırım tüm sosyal duvarlarımı yıkıp hayatımı müziğe ve rock’n roll’a adamamın önündeki en büyük adımdı. Sonrasında ise 2011’de Ankara’ya taşınmam elbette dönüm noktalarından biri oldu.
“O Ses Türkiye” sahnesine çıkmadan önce kendinize ne söylediniz ve o anı gerçekten hak ettiğinizi düşünüyor musunuz?
Kendime söylediğim tek şey “Hadi oğlum, her zaman yaptığın şeyi yapmaya devam” oldu.
Ömrünü müziğe vermiş bir sahne insanı olarak, televizyon ya da canlı sahne fark etmeksizin kalabalık seyirciler önüne çıkmayı her zaman hak ettiğimi düşünüyorum. Eh, zaten insanlar da çok sağ olsunlar, bu konuda hakkımı fazlasıyla teslim ediyorlar.
Bu yarışmaya bir yetenek gösterisi olarak mı, yoksa kariyerinizde bir sıçrama tahtası olarak mı baktınız?
Televizyonda insanlara görünmenin sanatçıların kariyerlerine olumlu etkisi elbette tartışılmaz.
Elbette gönlüm, lokal bir müzisyen olarak tanınıp sevilmeyi ve düzenli dinlenmeyi de isterdi. Ancak artık bu gibi konularda ne yazık ki hem ülkemizin hem de dünyanın şartları çok farklı.
Ben bütün süreci deneyimlenecek bir tecrübe olarak gördüm ve orada bulundum. Eğer insanların kalplerinde yer kazandıysam ve güzel dostluklar edindiysem, benden daha mutlusu olamaz.
Şarkı seçimleriniz sizi mi anlatıyordu, yoksa izleyiciye neyin satacağını bildiğiniz için mi o repertuvarı tercih ettiniz?
İzleyiciye neyin “satacağına” göre hiçbir zaman hareket etmedim.
Ancak izleyicinin beklentisini de tamamen hiçe saymadım. Her iki durumda da yaptığım işin kalitesini, en niş hâliyle bile olsa, izleyicinin kalbine dokunabilecek bir yerden üretmeye çalışıyorum.
Bunun için de önce benim kalbime dokunması gerekiyor, elbette.
Tiyatro geçmişinizin sahne üzerindeki duruşunuza katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
2015 yılında, Erdal Beşikçioğlu ile birlikte üç sezon boyunca sahnelediğimiz Woyzeck Masalı – Bir Rock Müzikali oyununa başladık.
Oyuncu arkadaşlarımdan, hocalarımdan çok şey öğrendim. Özellikle Binnaz Dorkip hocam gibi bir koreografla çalışma şansına sahip olduğum için çok şanslıyım.
Elbette tiyatro deneyiminin sahnedeki duruşuma ciddi katkıları oldu.
Sizin için müzik ne kadar içsel bir ihtiyaç ve ne zaman gerçekten vazgeçilmez bir şey olduğunu fark ettiniz?
Kendimi bildim bileli müzik ile ilişkim çok derin.
Hayatta mühim olan şey; kuru kuruya bir “artist kariyeri”, yazılmış bir şarkı ya da çizilmiş bir tablo değil.
Hepsini ve hepimizi birleştiren şey sevgidir.
Ben müziği, hayatı, kendimi ve evreni çok seviyorum. Müziği de bu sevgiyi anlatmak için kullanıyorum.
Tabii, sevginin her ucu mümkündür.
Bu yarışmadan sonra sektörde sizi bir sanatçı olarak ciddiye alan kaç kişi oldu ve bu sizin beklentilerinizi karşıladı mı?
Bu, sayı verilebilecek bir konu değil.
Ancak zaten epey uzun zamandır ciddiye alındığımı görebiliyorum.
Yarışmadan sonra daha fazla insan beni tanıdığı için, elbette ciddiye alanların sayısı da aynı oranda arttı.
Kendi şarkılarınızı yazıyor musunuz, yoksa hep başkalarının hikâyelerini söyleyerek mi ilerleyeceksiniz?
Aslında hiçbir zaman başkalarının hikâyelerini söylediğimi düşünmedim.
Bunu size en iyi, canlı sahneme gelen dinleyicilerim anlatacaktır.
Müzikle, özellikle anın içinde üretirken ilişki kurmayı çok severim. Cover yapmak, başkalarının şarkılarını birebir çalmak olmamıştır benim için hiçbir zaman.
Müslüm Gürses’in Unutamadım şarkısına yaptığım düzenlemeyi severek bu konuda örnek gösterebilirim.
Sorunuzun esas kısmına gelecek olursak; sayısız bestem var ve yayınlanmayı bekliyorlar.
En kısa zamanda da çıkış parçam olarak düşündüğüm “Gel” ile tüm dijital yayın platformlarında yerimi alacağım.
Hatta şarkımız öyle hazır ki, klibini bile çektik. Her şey post-prodüksiyon aşamasında.
Oldukça heyecanlıyım. Bu parçanın, piyasadaki çok büyük bir açığı kapatacağını ve Türk rock müziği için ayrı bir mihenk taşı olacağını tüm kalbimle temenni ediyorum.
Beş yıl sonra müziğin içinde mi, dışında mı olmak istiyorsunuz — ve hangisi gerçekten sizi anlatıyor?
Nefes aldığım sürece müziğin dışında olabileceğim bir gerçeklik tanımıyorum.
Tümüyle gönülden, tüm risklerine rağmen yalnızca sevdiğim işi yapıyorum ve bu şekilde yaşıyorum.
Beni anlatan çok güzel bir mottom var; Love, Peace, Rock’n Roll!
Metehan Güler için müzik, bir kariyer değil; bir varoluş biçimi. Onun cümlelerinde, hayal kırıklığı değil, inanç var. Yarışmalar gelip geçer, alkışlar diner… Ama sahneye her adım attığında söylediği tek bir cümle baki kalır: “Hadi oğlum, her zaman yaptığın şeyi yapmaya devam.” Bu söz, sadece onun değil; müziğe ve hayata tutkuyla bağlı herkesin ortak hikâyesi.
Röportaj: Cavit Yoldaş
GÜNDEM
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025EKONOMİ
30 Haziran 2025GÜNDEM
30 Haziran 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.