Kozmik Bir Akor: Ozan Kotra Röportajı
Ozan Kotra… Flört grubunun şarkılarında sesini duyduğumuz, sahnede hissettiğimiz, müzikle yoğrulmuş bir ruh. Ama yalnızca müzisyen değil; aynı zamanda düşünen, sorgulayan, çiçekleriyle konuşan, İzmir köftesine kafa yoran ve hayatta “hoş bir seda” bırakma gayesiyle yaşayan bir sanatçı. Müzikal mirasa saygısını, bireysel varoluşuna kattığı tevazuyu ve zamana yayılan içsel yolculuğunu tüm açıklığıyla dile getiriyor. Bu söyleşi, yalnızca bir sanatçının portresi değil; aynı zamanda hayatta kalmaya değil, anlamlı kalmaya çalışan bir insanın iç sesi.

Ozan Kotra olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız? Sizi siz yapan en belirgin yönleriniz neler?
- İyi biri olduğumu düşünüyorum. Umarım başkaları da böyle düşünüyordur. Kendimi “yaşadığı hayatta “hoş bir seda” bırakmak isteyen bir sanatçı insan olarak tanımlayabilirim. Sonuçta Dünya’yı kurtarmadım, kansere çare bulmadım, atomu parçalamadım, uzayda yeni bir yaşam formu keşfetmedim. Dolayısıyla herhangi bir konuda egosantrik bir kişilik olmamı gerektirecek sebep yok. Bazı güzel insanların hayatına şarkılarımla dokunduğumu biliyor ve mutluluk duyuyorum. Bu durum bir sanatçıya başarmış olma hazzı veriyor ama hayata ve her canlıya karşı haddimi bilerek yaşamaya çalışıyorum. Bir sanatçı olarak doğdum. Yeteneklerime ve kendime güvenerek de sadece sevdiğim işi yaptım ve özgür bir sanatçı oldum. Bunu yaparken çilesini çekmeyi göze aldım ve yaşam standartlarımı sağlayabildim. Bu konuda kendimi takdir ediyorum ama çok da değil. Çünkü daha fazlasını yapabilirdim ama Büyük Dünyaların arasında kendi Küçük Dünyamda kalmayı tercih ettim. Belki de biraz utangacım.
Flört’ün müzikal duruşu, klasikle yeniyi buluşturan özgün bir çizgiye sahip. Bu çizginin arkasındaki yaratıcı tercihleri nasıl tanımlarsınız?
- Doğrusu biz müziği yeniden keşfetmedik. Bizden önce zaten sayısız devrim yapılmıştı ve Türk müziğinde harika solistler ve gruplar vardı. Örneğin şu an Türkiye’de bizden başka üç vokal anlayışlı grup var mı bilmiyorum ama geçmişte Modern Folk Üçlüsü ya da MFÖ gibi az sayıda da olsa müthiş örnekler vardı. Biz her ne kadar Beatles müziğiyle kendimizi bu yola kaptırmış olsak da genlerimize işleyen yerli Ata’larımızın mirasına istemsizce sahip çıktık. Zaten bunun tersi sizi lümpen yapar. Yani Aşık Veysel, Barış Manço, Erkin Koray, Fikret Kızılok gibi Ata’ları dinlememiş, analiz etmemiş olmak bir şarkı yazarı için eksiklikten çok daha fazlasıdır. Onların açtığı kapılardan geçmemiz, bizim de bu topraklarda yaşayan kendine özgü bir müzik grubu olmamıza ve belki de yeni kapılar açmamıza sebep olmuştur. Türk Müzik Tarihine, daha önce hiç örneklenmemiş şarkılar kazandırdığımızı söyleyen bir kaç kişi tanıyorum.

Flört’ün sahne enerjisiyle albüm sound’u arasında dikkat çeken bir denge var. Bu dengeyi kurarken sizi yönlendiren temel his nedir?
- Eskiden çok daha disiplinliydik. Şimdi ise daha rahatız. Bunun yaşla ve tecrübeyle ilintili olduğunu düşünüyorum. Kimse yanlış anlamasın ama biz kendi buluşmamızı kozmik bir buluşma olarak niteliyoruz. Çünkü birlikte bastığımız tek bir akor bile Flört gibi tınlıyor. Konserlerde şarkıları çalarken de bire bir çalmak gibi bir derdimiz yok. Nasılsa bu bir Flört şarkısı ve sahnede Flört çalıyor.
Grup olarak uzun yıllardır birlikte müzik yapıyorsunuz. Bu birlikteliği sürdürülebilir kılan şey sizce nedir?
- Bazen dostluk, bazen koca bir hayatı birlikte geçirmiş olmanın verdiği mecburiyetler. Birlikte güzel şeyler yaptık. Birlikte başarısız olduk ya da birlikte başardık. Bazan hala 16 yaşında olabiliyoruz ama geçmişe oranla birbirimize çok daha saygılıyız ve birbirimize değer veriyoruz. Flört’ün bir parçası olmak güzel bir his veriyor.
Müziğin dışında sizi hayata bağlayan ya da motive eden başka tutkularınız var mı? Hangi alanlarda derin bir ilgi duyuyorsunuz?
- Dublaj, çocuk yaşlarımdan beri hep ilgi alanım olmuştur. Seslendirme sanatçılığı, sanatsal yeteneklerim arasında, bana para da kazadırmasına rağmen aslında bir nevi hobi. Ayrıca yemek yapmayı seviyorum. Araştırıyor, geliştiriyorum. Örneğin İzmir Köfte yapacaksam, iki gün önceden kafamda tarzını belirliyorum. Bitkilerle uğraşmayı da seviyorum. Evim çiçek bahçesi gibidir. Her biriyle ayrı bir iletişimim var. Oğlumla beraber, koyu Fenerbahçe taraftarları olarak maçlara da gidiyoruz ama bu konuyu fazla deşmeyelim.
İnsan ilişkilerinde nasıl bir iz bıraktığınızı düşünüyorsunuz? Yakın çevreniz sizi hangi yönlerinizle tanımlar?
- Bu soruyu başkaları cevaplamalı. Başkalarının hoşuna giden taraflarım da vardır gitmeyen de.

Hayatınız boyunca aldığınız en büyük ders neydi? Sizi dönüştüren, bakış açınızı değiştiren en etkili olay hangisiydi?
- Hayatım boyunca her zaman büyük dersler aldım. Kiminin ne kadar büyük olduğunu zamanla farkettim. Herhangi bir din inancım yok ama hayatın bir dili olduğuna ve bize pek çok şey öğrettiğine, bunun da boşu boşuna olamayabileceğine inanıyorum. Aldığım hayat dersleri elbetteki beni dönüştürdü. Yeni bakış açıları geliştirmeme sebep oldu. Babamın bana öğütlediği ama o an pek de iplemediğim bir öğreti, sevdiğim birinin ölümü, fırtınalı bir aşk acısı ya da ticari bir başarısızlık. Pek çok insanın hatta senin de yaşadığın gibi.
Zaman zaman sizi düşündüren ya da şaşırtan toplumsal konular oluyor mu? Üzerine sık sık kafa yorduğunuz meseleler neler?
- Her gün yeni bir olay oluyor ve tüm toplumsal sorunların tam içindeyim. Ben iyilerin tarafındayım ve hayatımın sonuna kadar da kötülükle mücadele edeceğim. Yalnız şunu da ekleyeyim. Bunun reklamını yapmam. Yapanlardan da pek hoşlanmam. Örneğin; Biz Saraçhane fotoğraflarının üstüne şarkılarımızı koyup sosyal medyadan paylaşmadık. Biz zaten oradaydık. Daha geniş bir politik analiz istersen, böylesine müthiş bir gezegeni manyaklar yönetiyor ve insanlık bilincinin buna bir son vermesi gerek.
Çocukken kurduğunuz hayallerle bugün yaşadığınız hayat arasında nasıl bir bağ var? O çocuksu hayallere hâlâ yakın mısınız?
- Evet yakın olduklarım var. Sanatçı doğduğumun farkındaydım. Ressam mı olacağım, karikatürist mi, oyuncu mu, müzisyen mi, seslendirme sanatçısı mı bilemiyordum ama muhtemelen ünlü biri olacağımı hayal ediyordum. Gerçi ilerleyen yıllar da ünlü olacak biri gibi davramak yerine kendi bildiğim ve keyif aldığım yolu seçtim ve sanırım kendi çapımda bir kariyer yaptım. Çocukken bazı hayat tecrübelerinden uzaksınız. Yol üstünde tecrübe ettikçe, seçimlerinizi de yapıyorsunuz. Ben de seçimlerimin sonuçlarını yaşıyorum. Artılar, eksiler. Onun haricinde daha erken yaşlarda kovboy olmak istiyordum. Bir parçamın hala kovboy olduğunu hissediyorum. Bir gün bir çiftliğim olursa, kendime bir at hediye edeceğim.
Kendinizi hâlâ keşfetmekte olan biri misiniz, yoksa kimliğinizin netleştiğini hissettiğiniz bir evrede misiniz?
- Hayat, dönemlerden oluşuyor ve sanırım herkesin dönemi kendi yaşadıklarıyla doğru orantılı. Bugün de bir dönemin içindeyim. 20’li, 30’lu, 40’lı yaşlarımı birlikte geçirdiğim bazı insanlar ve konular artık ya yok ya da başka formatlarda. Ben de öyleyim. Artık 50 Yaşındayım. Geçmişe oranla daha deneyimliyim ama “harika bir adamım” demek, kendim için fazla iyimser bir yaklaşım olur. Hatalarım var. Kusurlarım var, biliyorum. Tekrar etmemeye gayret gösteriyorum.
Sizi zorlayan ama aynı zamanda geliştiren özellikleriniz var mı? Değiştirmek isteyip bir türlü değiştiremediğiniz bir yönünüz oldu mu?
- Aşktan uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü acı çekebiliyorum ve çektirebiliyorum. Çektirdiğime de kendime de yazık ediyorum. Artık bunu istemiyorum. Aşk geliştirmiş midir? Şüphesiz evet.
Eğer şu an kendinizle baş başa bir sohbette olsaydınız, kendinize hangi soruyu sormak isterdiniz?
Ozan Kotra’nın sözleri, bir sanatçının dürüstlükle örülü iç dünyasını gözler önüne seriyor. Ne kahramanlık iddiası var ne de büyük bir manifestosu; ama sessiz bir sadakat, incelikli bir direnç var. Kendini hâlâ keşfetmeye açık biri olarak tanımlarken, geçmişin yüklerini, bugünün dengelerini ve geleceğin belirsizliğini zarifçe kabul ediyor. Belki hâlâ biraz utangaç, belki de hâlâ biraz kovboy… Ama kesin olan şu ki, sahici bir insanla konuştuk; müziği kadar suskunluğu da bize bir şeyler anlatan biriyle.
Röportaj: Cavit Yoldaş