24 Ağustos 2025 Pazar
Aysun Uysal Yazdı… Meyve Tabağından Eksilen, Çocukların Hakkıdır
Süt ürünleri ile başınız dertte mi? Laktoz İntoleransına sahip olabilirsiniz!
İran ve İsrail Arasında Kritik 12 Gün: “Mehdi ve Mesih Savaşı” Ortadoğu’yu Sarsıyor
Serkan Candaş yazdı… Dış etkiler ile güzel bir ilişkinin acı dolu sonu
Alışveriş sepeti artık dolmuyor: Dört yıl önce 100 liraydı, şimdi bin 413 lira
Manav tezgâhının önünde duruyorum. Elmalar parlak, kayısılar buram buram yaz kokuyor. Ama fiyat etiketine baktığımda içim acıyor. 1 kilo meyve, bazı çocuklar için artık bir hayal. Çünkü enflasyon, sofralardan önce çocukların hakkını aldı.
Bir meyve tabağının lüks sayıldığı bir ülkede, refahtan söz edebilir miyiz?
Bazı çocuklar her gün dondurma yerken, bazıları karpuzu televizyon ekranından tanıyor. Bu adaletsizlik değil de nedir?
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da tablo farklı değil. Bir yerde marketler taşarken, başka bir yerde insanlar çöpten ekmek arıyor. Dünya, kaynak bakımından fakir değil; adalet bakımından çökmüş durumda.
Dünyayı yöneten sistem, insanı değil kârı merkeze koyduğunda, bu eşitsizlik kaçınılmaz oluyor. Açlık, bolluk içinde yaşanıyor artık. Yani problem, yetersizlik değil; paylaşamamak.
Bir çocuk meyve yiyemiyorsa, bu sadece ailesinin değil, toplumun, devletin ve küresel düzenin ayıbıdır.
Bu düzene sessiz kalırsak, yarının çocukları sadece meyveden değil, adaletten de mahrum büyür.
Birbirine yaslanmış binalar, ışıklarla dolu caddeler, adım atacak yer kalmayan sokaklar… Büyük şehirler dışarıdan bakıldığında hareketli, canlı, hatta büyüleyici görünür. Ama içine girince bambaşka bir gerçeklikle karşılaşır insan: sessiz, görünmeyen bir yalnızlık.
Asansörde selamlaşmayan komşular, kalabalık otobüslerde sessiz yüzler, binlerce takipçili ama içi boş dijital dostluklar… İnsan en çok da kalabalığın ortasında kendini yalnız hisseder.
Şehir büyüdükçe insanlar küçülüyor sanki. Teknolojiyle bağlarımız artarken, birbirimize olan bağlarımız zayıflıyor. Bir zamanlar mahallelerde birlikte büyüyen çocuklar şimdi aynı apartmanda birbirini tanımıyor.
Yalnızlık artık sadece bir ruh hali değil, çağın hastalığı. Duyulmayan sesler, paylaşılmayan duygular, dokunulmayan eller… Ve belki de en acısı: kalabalığın ortasında görünmez olmak.
Oysa çözüm küçük bir selamda, kısa bir sohbette, paylaşılan bir tebessümde gizli. Belki de şehir değil, biz birbirimize mesafeli davranıyoruz.
Bazen bir insanın tek ihtiyacı, görülmek ve duyulmaktır.
Ve büyük şehirlerde bu, en zor bulunan şeydir.
Evlerimizde kullanmadığımız kaç eşya var hiç düşündük mü? Dolaplarda bekleyen kıyafetler, köşeye itilmiş sandalyeler, çalışmayan ama atılmayan elektronikler… Onlar orada beklerken, başka bir yerde birileri yoklukla mücadele ediyor.
Oysa ihtiyaç fazlası olan bizde, eksik olan bir başkasında hayatı kolaylaştırabilir. Kullanmadığımız her eşya, doğru yere ulaştığında bir çocuğun kışlık montu, bir öğrencinin çalışma masası, bir annenin evindeki tencere olabilir.
Bugün paylaşmanın sayısız yolu var.
Belediyelerin giysi kumbaraları, sosyal yardım kuruluşları, dijital paylaşım platformları… Hepsi elimizin altında. Yeter ki isteyelim. Hatta komşumuza, mahallemize sormak bile yeterli olabilir.
Ayrıca eskiyen eşyaları atmak yerine dönüştürmek de mümkün. Eski gömlekten çanta, kırık çerçeveden tablo, kavanozdan saksı… Yani atık değil, fırsat üretmek bizim elimizde.
Unutmayalım:
Paylaşmak sadaka değil, dayanışmadır.
İsraf etmek sadece ekonomi değil, insanlık kaybıdır.
21. yüzyılda hâlâ milyarlarca insanın temiz suya erişememesi bir trajedi değil de nedir?
Gıda olmadan birkaç hafta, su olmadan yalnızca birkaç gün yaşayabiliriz. Peki o halde neden hâlâ su kaynaklarını hoyratça tüketiyoruz?
İklim değişikliği, kuraklık, kirlilik, betonlaşma ve bilinçsiz tarım…
Hepsi yeryüzünün damarlarını tıkıyor. Nehirler kuruyor, göller çekiliyor, yeraltı suları tükeniyor. Ve biz hâlâ bir damlanın değerini anlayamıyoruz. Gelecekte savaşlar petrol için değil, su için çıkacak deniyor. Aslında bu gelecek değil; bazı bölgelerde çoktan yaşanıyor. Su krizleri, göçlere, çatışmalara, ölümlere neden oluyor.
Temiz suya ulaşamamak, sadece bir çevre sorunu değil, doğrudan bir yaşam hakkı ihlalidir. Eğer bu gidiş durmazsa, insanlığın sonunu medeniyetsizlik değil, susuzluk getirebilir.
Su, yaşamdır. Ve biz, yaşamı kendi ellerimizle yok etme yolundayız.
Dünya her geçen yıl biraz daha ısınıyor. Yağmurlar azalıyor, toprak çatlıyor, göller kuruyor. Kuraklık artık uzak bir ihtimal değil; yaşadığımız bir gerçek. Peki bu susuzluğa karşı elimizde ne kaldı? Cevap basit ama güçlü: Ağaçlar. Ormanlar.
Bir ağaç sadece gölge değildir. Kökleriyle suyu tutar, toprağı kayaya çevirmeden korur. Yağmuru çağırır, havayı nemlendirir. Ormanlar, doğanın su döngüsünde ana rolü oynar. Onlar olmadan toprak sadece toz olur.
Her kesilen ağaç, bir damla suyun kaybıdır. Her yok edilen orman, bir mevsimin kurak geçmesidir. Betonlaşan şehirler, asfalta boğulan doğa bize sadece sıcaklık değil, susuzluk da getiriyor.
Ağaç dikmek sadece çevrecilik değil, su için yatırımdır. Ormanları korumak, geleceği kuraklıktan korumaktır. Çünkü yağmur, sadece buluttan değil, kökten de doğar.
Unutmayalım:
Ağaç yoksa su da yok.
Su yoksa hayat da yok.
Bugün bir fidan diken, yarın susuz kalmayacak bir nesil için umut eker.
Susuzluğu durdurmak istiyorsak, hep birlikte ağaç dikelim.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.