DOLAR 38,8949 0.36%
EURO 43,4533 -0.25%
ALTIN 3.999,77-0,80
BITCOIN 40766241.75415%
İzmir
21°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

X
Aysun Uysal

Aysun Uysal

18 Mayıs 2025 Pazar

Aysun Uysal yazdı… Çöp Değil, Vicdan Atıyoruz

Aysun Uysal yazdı… Çöp Değil, Vicdan Atıyoruz
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir toplumun gelişmişliğini sadece teknolojisiyle, ekonomisiyle değil; sokaklarının temizliğiyle, çevresine gösterdiği saygıyla da ölçersiniz. Türkiye’de ne yazık ki hâlâ en temel vatandaşlık sorumluluklarından biri olan “çöpe çöp atmak” bile bir alışkanlık hâline gelemedi. Çünkü bazıları için yere atılan bir sigara izmariti, camdan fırlatılan bir plastik şişe ya da bankta bırakılan bir poşet; sadece bir çöp değil, aynı zamanda sorumsuzluğun ve umursamazlığın simgesidir.

Temizlik sadece belediyenin işi değildir. Temizlik, her vatandaşın ortak görevidir. Çünkü sokaklar hepimizin yaşam alanı, geleceğimizin aynasıdır. Bir kenti sevmek, sadece onu övmekle değil; ona özen göstermekle olur. Ancak bazıları için bu kavram hâlâ çok uzakta. Onlar çöpü atarken, arkasını bile dönüp bakmaz. Çünkü çevre bilinci yoktur. Çünkü yaptırımlar ya etkisizdir ya da uygulanmaz.

İşte tam da bu yüzden artık sadece uyarı değil, yaptırım zamanı. Cezaların caydırıcı olması, denetimlerin sıklaştırılması şart. Belediyelerin bu konuda hem daha görünür kampanyalar yürütmesi hem de kararlılıkla kuralları uygulaması gerekiyor. Çünkü her atılan çöp, kamuya ait bir alanı kirletmekle kalmıyor; doğayı, canlıları ve geleceğimizi tehdit ediyor.

Ama mesele sadece ceza değil. Eğitim şart. Bu bilinci küçük yaşlardan itibaren çocuklara kazandırmak, okul sıralarında çevre duyarlılığını anlatmak, örneklerle pekiştirmek gerekiyor. Çünkü bir toplum, ancak bireylerinin çevreye olan saygısıyla temiz kalabilir.

Unutmayalım: Yere atılan her çöp, aslında yere atılmış bir ahlaktır. Temiz bir çevre, sadece temizlik görevlilerinin değil, herkesin sorumluluğudur. Eğer yaşadığımız şehirleri, sokakları, doğayı gerçekten seviyorsak; bunu önce kendi davranışlarımızla göstermeliyiz.

Ve belki de en önemli soru şu: Biz çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakmak istiyoruz? Çöp dolu sokaklar mı, çiçek açan kaldırımlar mı?

Karar bizim. Ama unutmayalım, her çöp bir iz bırakır. Ya kirli bir iz, ya da temiz bir vicdan..

 

Devamını Oku

Aysun Uysal yazdı… Anne

Aysun Uysal yazdı… Anne
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Anne… Sadece bir kelime değil; dünyadaki en güçlü duygunun adı. Sıcacık bir kucak, yorgunluğa rağmen eksilmeyen bir gülümseme, karşılıksız sevginin, sabrın ve fedakârlığın ete kemiğe bürünmüş hâli. Bir insanın hayatta sahip olabileceği en kıymetli hazine belki de annesidir.

Anneler Günü, sadece bir gün değildir. O gün, en sessiz savaşçıların, görünmez yükleri omuzlayan kadınların, hem anne hem baba olmayı başaranların anılması gereken gündür. Çünkü bu ülkede bir değil, iki kişilik yaşayan kadınlar var. Ve onların hikâyesi; fedakârlığın, sabrın ve gerçek gücün hikâyesidir.

Tek başına çocuk büyütmek; sadece bir sorumluluk değil, bir mücadele biçimidir. Sabah işe yetişip akşam yorgun argın dönerken aynı zamanda çocuğunun öğretmeni, doktoru, arkadaşı ve rol modeli olmaktır. Maddi zorluklar içinde dahi “yok” kelimesini çocuğuna hissettirmemektir. Babasızlık eksikliğini, iki kat sevgiyle, iki kat sabırla telafi etmektir.

Toplumun onlara borcu büyük. Çünkü bu kadınlar sadece çocuklarını değil, aslında bir nesli büyütüyorlar. Onlar için özel günler pahalı hediyelerle değil, küçük bir teşekkürle anlam kazanır. Onlara en büyük armağan, yanlarında olduğumuzu hissettirmektir.

 

Devamını Oku

Aysun Uysal yazdı… Toplumun Sessiz Çöküşüne Dair

Aysun Uysal yazdı… Toplumun Sessiz Çöküşüne Dair
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bazen bir toplum çöküşe gürültüyle değil, sessizce sürüklenir. Ne bir savaş patlar, ne de barut kokusu duyulur sokaklarda. Ancak, yüzlerdeki umutsuzluk, sokaklardaki sessizlik, yüreklerdeki boşluk… İşte bunlar asıl çöküşün işaretleridir. Bir milletin çöküşü sadece toprak kaybetmekle, para değerinin düşmesiyle ya da siyasi istikrarsızlıkla başlamaz. Asıl çöküş, insanların birbirine yabancılaştığı, ahlaki değerlerin yok sayıldığı, üretimin yerini tüketimin aldığı, bilgi yerine cehaletin öne çıktığı anda başlar.

Toplumlar tarih boyunca krizler yaşamıştır. Ancak bazıları bu krizleri fırsata çevirerek yeniden doğmuş, bazıları ise tarihin tozlu sayfalarında bir parantez olarak kalmıştır. Aradaki fark, halkın uyanıklığında, aydınlarının cesaretinde ve yöneticilerin vicdanındadır.

Bugün yaşadığımız sorunlar sadece ekonomik değil. Daha derin, daha sinsi ve daha yakıcı. Aile bağları çözülüyor, gençler hayal kuramıyor, eğitim sistemi sorgulayıcı birey değil, itaatkâr kalabalıklar yetiştiriyor. Televizyonlarda tartışma programları bilgi üretmiyor, sosyal medyada ‘trend’ olan içerikler sadece tüketimi körüklüyor. Siyaset, çözüm üretmekten çok kutuplaşmayı besliyor. Ve biz, farkında olmadan büyük bir sessizliğe sürükleniyoruz.

Birbirimize yabancılaştık. Aynı apartmanda oturup selamlaşmayan insanlar hâline geldik. Yardımlaşma, komşuluk, saygı gibi değerler artık nostalji oldu. “Ben” her şeyin önüne geçti. Ortak akıl, ortak vicdan, ortak gelecek fikri zayıfladı.

Ve en acısı, gençler artık bu topraklarda kalmak istemiyor. Umutlarını bavullara sığdırıp yurt dışına kaçıyorlar. Beyin göçü değil, ruh göçü yaşıyoruz. Çünkü onlar, bu çöküşü en net gören ve en çok hisseden kesim. Geleceğe dair tek bir ışık dahi göremeyen gençlik, aslında toplumun nabzıdır.

Ama her çöküş, içinde bir uyanış ihtimali taşır. Tarih bunu defalarca gösterdi. Yeter ki biz aynaya bakmayı, hatalarımızla yüzleşmeyi ve yeniden inşa etmeyi bilelim. Yeter ki, birey olmanın sorumluluğunu hatırlayalım. Çünkü toplumu kurtaracak olan da, çöküşe götürecek olan da biziz.

Devamını Oku

Bu Vatan Bizim, Gidecek Başka Yerimiz Yok

Bu Vatan Bizim, Gidecek Başka Yerimiz Yok
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir ülkenin kaderi neye, kime bağlıdır? Tarihin sayfalarında sıfırdan yazılmış bir başarı öyküsü var: Türkiye Cumhuriyeti. Yoklukla, yoksullukla, işgal altında kıvranan bir coğrafyadan, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ayağa kalkmış bir halk… Canla, kanla kurulan bu Cumhuriyet, bize emanet edildi. Ve bu emanetin kıymetini bilip bilmediğimiz sorusu, bugün her zamankinden daha fazla önem taşıyor.

Anadolu coğrafyası; dağlarından yağ, ovalarından bal akan, deniziyle, güneşiyle, toprağıyla başlı başına bir cevherdir. Ancak bu cevher, ne yazık ki yıllardır işlenemiyor. Yer altı kaynaklarımız, dış güçlerin eline bırakıldı. Politik çıkarlar, milli menfaatlerin önüne geçti. Biz ise hâlâ seyrediyoruz.

Topraklarımız öyle verimli ki, taşı diksen yeşeriyor. Ama çiftçi ekemiyor. Çünkü ürünlere kota konulmuş durumda. Eken biçen karşılığını alamıyor. Tarım ve hayvancılık artık neredeyse can çekişiyor. Oysa kendi kendine yetebilen bir ülke iken, dışa bağımlı hale geldik. Ne yediğimiz belli, ne içtiğimiz.

Bir zamanlar Köy Enstitüleri vardı. Her bireyin hem üreten hem de düşünen bir vatandaş olması için kurulmuş örnek kurumlar. Bugünse, eğitim sistemimiz, işsiz diplomalılar ordusu üretir hâle geldi. Bilgi ve beceri yerine ezberle yetinen, sorgulamayan bir nesil yetişiyor. Oysa her köye birer ziraat mühendisi atansa, toprak analiz edilip doğru ürünle üretime geçilse, herkesin yüzü güler.

Üretmeyen bir toplumun varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Ve üretim sadece tarlada değil; düşüncede, sanatta, bilimde, teknolojide, her alanda olmalıdır. Birlik olursak, el ele verirsek, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun yok. Ama ne yazık ki, elimizdeki imkânlar bizi daha da yalnızlaştırıyor. İletişim çağında, iletişimsizliğin en yoğununu yaşıyoruz. Herkes kendi sanal dünyasına çekilmişken, gerçek hayat yalnızlıkla örülüyor.

Artık silkelenip kendimize gelmemiz gerekiyor. Gelinen noktayı görmek ve yeniden dirilmek zorundayız. İşte bu yüzden, herkesin okuması gereken bir kitap var: Beyaz Zambaklar Ülkesinde. Finlandiya’nın nasıl ayağa kalktığını anlatan bu eser, bize de ışık tutabilir. Çünkü mesele sadece kurtulmak değil, kurtarılanı yaşatmak.

Bu vatan bizim. Gidecek başka bir yerimiz yok. Şikâyet etmeyi bırakıp üretmeye, birleşmeye, bilinçlenmeye başlamalıyız. Cumhuriyet, sadece bir rejim değil; bir duruştur. Ve o duruşu yeniden hatırlamanın zamanı geldi.

Devamını Oku

Aysun Uysal yazdı… Emeklilik artık hayal değil, hayatta kalma mücadelesi!

Aysun Uysal yazdı… Emeklilik artık hayal değil, hayatta kalma mücadelesi!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ülkemin geldiği duruma üzülmemek, gelecek kaygısı yaşamamak mümkün değil. Eskiden emeklilik hayalleri kurulurdu emekli olsam, ev alırım, araba alırım diye düşünülürdü. Emekli olanlar ev, evi varsa araba alabilirlerdi. Emeklilik dinlenme, rahat etme, huzurla yaşama dönemiydi.

Çalışanlar, emeklilere gıpta ile bakardı. Şimdi neredeyse emeklilere acıyarak bakıyorlar. Aldıkları maaş günümüzde ev kirasına dahi yetmiyor. Bir evde iki emekli olsa bile yaşam standartlarının altında yaşamak durumunda kalınıyor.  Mutlaka ikinci bir işte çalışmak zorunda kalınıyor. Çalışmayınca yetişmiyor, çalışınca hayat zorlaşıyor. Bir yerde oturup, bir bardak çay ve simit yemeyi bile düşünür hale geldiler.

Emekli ikramiyeleri ile ev, araba almak şöyle dursun, borçlarını bile kapatamıyorlar. Başka ülkelere bakıldığında ise, emekliler refah içinde yaşıyor gezip eğleniyorlar. Benim güzel ülkemde vatanları için yıllarca çalışıp gençliğini heba etmiş insanlarımız neden yaşayamıyorlar. Bir ülkede yaşlılara değer verilmiyorsa, orada gelişmişlikten söz edilemez. En kısa zamanda bu yanlıştan dönülmesi dileğimdir.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.