26 Ekim 2025 Pazar
Aysun Uysal Yazdı… Emzik Değil, Cep Telefonuyla Büyüyen Bir Nesil
Süt ürünleri ile başınız dertte mi? Laktoz İntoleransına sahip olabilirsiniz!
İran ve İsrail Arasında Kritik 12 Gün: “Mehdi ve Mesih Savaşı” Ortadoğu’yu Sarsıyor
Serkan Candaş Yazdı... Tire'de Bir Cumhuriyet Balosu ve Bazı Sorular
TOKİ Bursa’ya 17 Bin Konut Yapacakken Neden Çataltepe’yi Unuttu!
Bugün elimizden düşürmediğimiz telefonlar, adeta dijital bir emzik gibi. Sessiz kalmak için, vakit geçirmek için, düşünmemek için… Elimizi, gözümüzü, hatta zihnimizi meşgul ediyor. Ama ne uğruna?
Eskiden insanlar birbirinin gözünün içine bakarak konuşurdu. Şimdi ekranlara bakarak sustuğumuzu fark etmiyoruz bile.
Birlikteyiz ama yalnızız.
Bağlıyız ama kopuğuz.
Konuşuyoruz ama dinlemiyoruz.
Cep telefonları bilgiye ulaşmada, iletişimde harika bir araç. Ancak ölçü kaçtığında, bağımlılığa dönüşüyor.
Uyku bozuklukları,
Dikkat dağınıklığı,
Sosyal ilişkilerde zayıflama,
Zihinsel yorgunluk,
Ve en acısı gerçek hayatı kaçırmak…
Çocuklar artık oyun oynamıyor, dışarı çıkmıyor. Çünkü bir ekranın içinde büyüyorlar. Aileler çocuklarını oyalamak için ellerine telefon veriyor. Tıpkı bir zamanlar ağlayan bebeğe verilen emzik gibi…
Telefonu tamamen bırakmak gerekmiyor elbette. Ama onun bizi yönetmesine izin vermemek gerekiyor.
Günde bir saat telefonsuz zaman,
yemeklerde ekran yok kuralı,çocuklarla açık hava etkinlikleri,
kitap, müzik, yürüyüş gibi alternatif alışkanlıklar…
Çünkü hayat bildirim seslerinden, parmak hareketlerinden ibaret değil.
Gerçek hayat ekranın dışında akıyor.
Toplumumuzda giderek artan bir sessizlik var: Anne-baba ayrı ve ilgisiz çocuklar.Bu çocuklar, yalnızlığın ne demek olduğunu yaşıtlarından önce öğreniyor. Ne yazık ki bazen bir odada, bazen kalabalıklar içinde ama hep kendi başlarına büyüyorlar.
Aile içi çatışmaların en büyük mağduru çocuklardır. Ebeveynler yollarını ayırabilir ama çocukların ihtiyaçları asla bitmez: Sevgiye, ilgiye, korunmaya, yönlendirilmeye ihtiyaç duyarlar. İlgisiz bırakılan çocuk, yalnızca ailesinden değil, toplumdan da uzaklaşır.
İşte tam bu noktada toplumun ve devletin devreye girmesi gerekir. Çünkü yalnız büyüyen çocuklar sahipsiz değildir.
Okullar, sosyal hizmetler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları bu çocuklara el uzatmalı. Onlara rol modeller sunulmalı, rehberlik edilmeli, spor, sanat ve eğitim alanında destek verilmelidir.
Toplumun dışına itilen çocuk, suça, bağımlılığa veya umutsuzluğa sürüklenebilir. Ama ilgi gören, değer verilen çocuk geleceğin öğretmeni, doktoru, sanatçısı, vicdanı olabilir.
Çocuklar bizim hem geleceğimiz hem bugünümüzdür.
Onlara sahip çıkmak, sadece bir görev değil, insanlık borcudur.
Bugün yaşadığımız çevre kirliliği sadece bir temizlik sorunu değil; bir denetim, bilinç ve sorumluluk krizidir.
Birileri umursamadan yere çöp atarken, başkaları o çöpü toplamak için saatlerce çalışıyor.
Kamyonlar dolusu atık, tonlarca maliyet, sınırsız kaynak tüketimi…
Tüm bunların faturasını kim ödüyor?
Devlet? Belediyeler?
Hayır, aslında hepimiz.
Kamu kaynakları, asıl hizmetler için harcanması gerekirken, çoğu zaman birilerinin ihmalkârlığını temizlemeye gidiyor. Çünkü bazıları için sokağa tükürmek, denize plastik atmak, parkta çöp bırakmak hâlâ sıradan bir davranış.
Ve daha kötüsü, bunu yaptığı için bir ceza almayacağını bilmesi…
Caydırıcı cezalar uygulanmadığında, kirlilik bir alışkanlığa dönüşür.
Temizliğe harcanan para, eğitime, sağlığa, yeşil alanlara harcanamaz.
Bu sadece maddi değil, ahlaki bir kayıptır.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinde, yere izmarit atmanın cezası yüzlerce Euro.
Kamu alanını kirletenler hem para cezası alıyor hem de kamu hizmeti yapmaya mecbur bırakılıyor. Çünkü orada bir ilke var:
Kirleten öder.
Türkiye’de ise yasalar var ama uygulanmıyor.
Çöp atan çok, ceza yiyen az.
Sosyal sorumluluk bilinci eksik, denetim yetersiz.
Oysa çevre, lütuf değil yaşam hakkıdır.
Temiz bir çevre için yapılması gerekenler ;
Denetimlerin artırılması ,yere çöp atanlara anında ceza uygulanması,
geri dönüşümün zorunlu hale getirilmesi ,
Belediyelerin, okulların ve medya organlarının bilinçlendirme çalışmaları yapması ,
toplumun her kesiminde çevre duyarlılığı eğitimi verilmesidir.
Kirletmeyi engellemek, temizlemekten çok daha ucuzdur.
Ama biz hâlâ işin sonunda, zarar olduktan sonra çözüm arıyoruz.
Bir çocuk, okula aç geliyorsa orada sadece eğitim değil, vicdan da eksiktir.
İlkokul çağındaki çocukların en temel ihtiyacı olan dengeli beslenme bir ailenin yükü değil, bir devletin sorumluluğu olmalıdır.
Sabah kahvaltısını yapamadan okula gelen çocuklar var. Yanında beslenme çantası olmayan, teneffüste arkadaşının yiyeceğine mahcup gözlerle bakan çocuklar… Bu manzara ne eğitime yakışır, ne de çağdaş bir devlete.
Bir öğün sağlıklı yemek bir çocuğun odaklanmasını artırır, gelişimini destekler, başarıya katkı sağlar.
Devletin bu ihtiyacı karşılaması, bir lütuf değil, sosyal adaletin gereğidir.
Çocuklarımız eşit şartlarda başlamalı hayata. Sağlıklı beslenme tüm çocukların hakkı olmalıdır.
Okul, sadece bilgi değil; şefkat, eşitlik ve destek ortamı da olmalı.
Unutmayalım:
Aç kalan çocuk, sadece karnını değil, umudunu da doyuramaz.
Ve biz geleceği aç bırakıyorsak, aslında kendi geleceğimizi tüketiyoruz.
Siyaset, sadece sandıktan çıkan sonuçlar ya da meclislerde alınan kararlar değildir. Siyaset, dünyanın gidişatını belirleyen en güçlü etkilerden biridir. Bir liderin imzası, bir devletin yönelimi, milyonlarca insanın kaderini şekillendirebilir.
Siyaset, savaş çıkarır veya barışı sağlar. Açlık yaratır ya da refah inşa eder.
Bugün dünya sahnesine baktığımızda, aslında yaşadığımız çoğu sorunun temelinde siyasi çıkarlar yatıyor.
İklim krizine karşı yetersiz adımlar,
Silah ticaretinden beslenen çatışmalar,
Zengin ülkelerin fakir ülkelere karşı sürdürdüğü ekonomik sömürü…
Bunların hepsi siyasi tercihlerdir.
Dünya düzeni artık adil değil, dengeli hiç değil.Güçlü olanın sesi çıkıyor, zayıf olanın çığlığı bile duyulmuyor. Uluslararası siyaset, çoğu zaman insanlık adına değil, çıkarlar adına şekilleniyor.
Ama unutulmamalı:
Siyaset aynı zamanda bir umuttur.
Doğru ellerde barışa, adalete, eşitliğe ulaşmanın da aracıdır. Dünya, iyi niyetli siyasetçilerin varlığıyla da değişebilir.
Önemli olan; siyaseti izlemekle yetinmeyip, ona yön verecek kadar bilinçli bir toplum olabilmektir. Çünkü dünya düzenini kuranlar insan, bozanlar da.
Ve değiştirecek olanlar da yine bizleriz.