07 Aralık 2025 Pazar
Aysun Uysal Yazdı... Eğitim Evde Başlar, Okulda Şekillenir
Süt ürünleri ile başınız dertte mi? Laktoz İntoleransına sahip olabilirsiniz!
Cavit Yoldaş Yazdı... Seçim Toplumu: Sandığın Gölgesinde Yaşamak
Dilek Bozkurt Yazdı... Etik ve Ahlak
Serkan Candaş Yazdı... Yılbaşı Üzerinden Dindarlık Yarışına Son Verin
Her 6 kişiden biri bahis oynuyor: Lise mezunları, orta gelir grubu ve esnaf hedefte
Eğitim, yalnızca okul sıralarında başlayan bir süreç değildir. Kalemi ilk kez eline almadan çok önce, çocuk çevresinden öğrenmeye başlar. İlk öğretmen, annedir. İlk okul, evin kendisidir. Ve ne yazık ki, bugün eğitimde yaşadığımız birçok sorunun kökeninde ailede başlayan eğitimin eksikliği yatmaktadır.
Okullara her geçen yıl daha çok yük yükleniyor. Öğretmenlerden mucize bekleniyor. Saygıyı, sevgiyi, ahlâkı, disiplini ve akademik başarıyı aynı anda sağlamaları isteniyor. Oysa bir çocuk, lütfen, teşekkür ederim, özür dilerim demeyi önce evde öğrenmeli. Öğretmene saygı, arkadaşına empati, topluma sorumluluk ailede kazandırılmalı.
Geldiğimiz noktada ise ne görüyoruz? Okulda kurallara uymayan, öğretmeni tehdit eden, arkadaşına şiddet uygulayan öğrenciler. Aileler, sorumluluğu öğretmene yüklüyor, ama kendi rollerini sorgulamıyor. Çocuk, her istediğini elde edebileceğini öğrenerek büyürken, sınır tanımamayı özgürlük sanıyor.
Eğitim sisteminin sorunları çok yönlü ,müfredat baskısı, sınav odaklılık, öğretmen atamaları, okul donanımı. Ama sistem ne kadar değişirse değişsin, değer eğitimi ailede verilmediği sürece kalıcı çözüm olmaz.
Eğitimde iyileşme istiyorsak, önce evlerdeki dilimizi, tutumumuzu, davranışlarımızı değiştirmeliyiz. Çünkü güçlü bireyler, sağlıklı ailelerde yetişir.
Sevgi… Belki de insanoğlunun en derin, en güçlü ama en çok yanlış anlaşılan duygusudur. Herkesin dilinde, şarkılarda, kitaplarda, filmlerde… Ama hayatın içinde bazen bir o kadar eksik. Çünkü sevgiyi sadece sözden ibaret sanıyoruz, oysa sevgi eylemdir. İlgiyle, sabırla, anlayışla, sadakatle yaşanır.
Sevgi, bir annenin gece uykusuz kalmasına rağmen bebeğini gülümseyerek kucağına almasıdır. Bir babanın sessizce evin ihtiyaçlarını düşünüp kendi isteklerinden vazgeçmesidir. Bazen bir arkadaşın sessizliğini bile anlayan gözüdür, bazen yaşlı bir komşunun kapısını çalan bir gençtir. Sevgi, karşılık beklemeden yapılan her şeyde saklıdır.
Günümüzde sevgiye en çok ihtiyaç duyduğumuz çağdayız. Herkes bir şeyler arıyor; değer görmek, anlaşılmak, sevilmek… Ama kimse önce ben nasıl sevebilirim diye sormuyor. Oysa gerçek sevgi, önce vermeyi bilir. Bir çiçeğe su verir gibi, onu boğmadan, susuz da bırakmadan…
Sevgi, insanı iyileştirir. Kalpleri yumuşatır. Toplumları bir arada tutar. Sevgi varsa umut vardır. Belki de dünyanın en çok eksikliği budur bugün ,çıkar için değil, gerçekten sevmenin, kalpten sevmenin unutulmuş olmasıdır.
Unutmayalım, sevgi lüks değil, bir ihtiyaçtır. Ve en güzel tarafı da sevgi, paylaştıkça çoğalır.
Sokakta yürürken çevresine tedirgin gözlerle bakan insanlarla dolu bir ülke olduk. Geceleri tek başına yolda yürüyen bir kadının eli, çantasında ya da telefonunda değil; kalbinde korkuyla, gözleri her gölgeden şüpheyle dolu.
Artık ne bir tartışmanın sonu medeni şekilde noktalanıyor ne de bir sevgi, şiddete dönüşmeden kalabiliyor. Öyle bir noktadayız ki; insanlar trafikte korna çalınca öldürülüyor, yanlış park etmiş diye bıçaklanıyor. Bu cinnet toplumu nereye koşuyor?
Şiddet sıradanlaştı.
Televizyonu açıyoruz; her gün yeni bir kadın cinayeti, çocuk istismarı, sokak kavgası, kanlı manşet.
Birkaç gün konuşuluyor, sonra unutuluyor.
Oysa bu rakamlar istatistik değil, birilerinin evladı, annesi, kardeşi, komşusu.
Yani bizden biri.
Ve işin en acı tarafı; şiddeti durduracak caydırıcılıkta bir sistem hâlâ kurulmuş değil.
Cinayet işleyen kişi serbest kalabiliyor, mahkemede kravat taktı diye “iyi hal indirimi” alıyor.
Bir kadın, defalarca şikâyette bulunuyor, ama korunamıyor.
Kadına Şiddet: Bir toplumun en karanlık aynası Hiçbir kadın, hiçbir çocuk, hiçbir insan haketti diye öldürülemez.
Çünkü yaşamak bir lütuf değil, herkesin hakkıdır.
Bugün elimizden düşürmediğimiz telefonlar, adeta dijital bir emzik gibi. Sessiz kalmak için, vakit geçirmek için, düşünmemek için… Elimizi, gözümüzü, hatta zihnimizi meşgul ediyor. Ama ne uğruna?
Eskiden insanlar birbirinin gözünün içine bakarak konuşurdu. Şimdi ekranlara bakarak sustuğumuzu fark etmiyoruz bile.
Birlikteyiz ama yalnızız.
Bağlıyız ama kopuğuz.
Konuşuyoruz ama dinlemiyoruz.
Cep telefonları bilgiye ulaşmada, iletişimde harika bir araç. Ancak ölçü kaçtığında, bağımlılığa dönüşüyor.
Uyku bozuklukları,
Dikkat dağınıklığı,
Sosyal ilişkilerde zayıflama,
Zihinsel yorgunluk,
Ve en acısı gerçek hayatı kaçırmak…
Çocuklar artık oyun oynamıyor, dışarı çıkmıyor. Çünkü bir ekranın içinde büyüyorlar. Aileler çocuklarını oyalamak için ellerine telefon veriyor. Tıpkı bir zamanlar ağlayan bebeğe verilen emzik gibi…
Telefonu tamamen bırakmak gerekmiyor elbette. Ama onun bizi yönetmesine izin vermemek gerekiyor.
Günde bir saat telefonsuz zaman,
yemeklerde ekran yok kuralı,çocuklarla açık hava etkinlikleri,
kitap, müzik, yürüyüş gibi alternatif alışkanlıklar…
Çünkü hayat bildirim seslerinden, parmak hareketlerinden ibaret değil.
Gerçek hayat ekranın dışında akıyor.
Toplumumuzda giderek artan bir sessizlik var: Anne-baba ayrı ve ilgisiz çocuklar.Bu çocuklar, yalnızlığın ne demek olduğunu yaşıtlarından önce öğreniyor. Ne yazık ki bazen bir odada, bazen kalabalıklar içinde ama hep kendi başlarına büyüyorlar.
Aile içi çatışmaların en büyük mağduru çocuklardır. Ebeveynler yollarını ayırabilir ama çocukların ihtiyaçları asla bitmez: Sevgiye, ilgiye, korunmaya, yönlendirilmeye ihtiyaç duyarlar. İlgisiz bırakılan çocuk, yalnızca ailesinden değil, toplumdan da uzaklaşır.
İşte tam bu noktada toplumun ve devletin devreye girmesi gerekir. Çünkü yalnız büyüyen çocuklar sahipsiz değildir.
Okullar, sosyal hizmetler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları bu çocuklara el uzatmalı. Onlara rol modeller sunulmalı, rehberlik edilmeli, spor, sanat ve eğitim alanında destek verilmelidir.
Toplumun dışına itilen çocuk, suça, bağımlılığa veya umutsuzluğa sürüklenebilir. Ama ilgi gören, değer verilen çocuk geleceğin öğretmeni, doktoru, sanatçısı, vicdanı olabilir.
Çocuklar bizim hem geleceğimiz hem bugünümüzdür.
Onlara sahip çıkmak, sadece bir görev değil, insanlık borcudur.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.