DOLAR 42,8044 0.17%
EURO 50,1756 -0.07%
ALTIN 5.971,320,28
BITCOIN 37657863.2882%
İzmir

KAPALI

SABAHA KALAN SÜRE

X
Cavit Yoldaş

Cavit Yoldaş

30 Ekim 2025 Perşembe

Cavit Yoldaş Yazdı… Seçim Toplumu: Sandığın Gölgesinde Yaşamak

Cavit Yoldaş Yazdı… Seçim Toplumu: Sandığın Gölgesinde Yaşamak
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye, 2025 sonbaharına bir kez daha seçim konuşarak girdi. Fakat mesele yalnızca sandığın tarihi değil; seçimin kendisi, artık toplumsal bir refleks, hatta bir kimlik hâline geldi. Bu ülke uzun süredir seçimleri bir yönetim aracından çok bir varlık biçimi olarak yaşıyor. Her sokak tartışması, her televizyon programı, her sosyal medya gündemi seçim atmosferinin bir uzantısına dönüştü. Sandık, artık yalnızca iktidarın değil, toplumun ruh halinin aynası hâline geldi.

Bu tabloya siyaset bilimi “plebisiter kültür” diyor. Yani iktidarın her eyleminin halkın onayıyla meşrulaştırıldığı, ancak bu onayın gerçek bir seçme hakkından ziyade bir duygusal bağlılık testine dönüştüğü bir sistem. Türkiye’deki siyasal iklim, giderek bu kültürün içinde derinleşiyor. Vatandaş, kendi yaşam koşullarını değil, kendi tarafını savunmak için oy verir hale geldi.

Medya bu tabloyu büyütüyor. Ana akım kanallar, haber bültenlerini parti söylemleriyle dolduruyor; sosyal medya ise her gün küçük birer “referandum alanı”na dönüşüyor. Bir belediye kararı, bir mahkeme kararı, bir sanatçının ifadesi bile saniyeler içinde “taraf” meselesi oluyor. Halk, sandığın dışında hiçbir çözümün mümkün olmadığına inandırılmış durumda.

Oysa seçim, demokratik sistemin sadece bir evresidir; toplumun kendisi değildir. Sürekli seçim hâli, bir ülkeyi diri tutmak yerine yorar. Ekonomik politikalar, adalet sistemi, eğitim gibi alanlarda uzun vadeli planlama yapılamaz; çünkü her kararın gölgesinde bir sonraki sandık vardır. Bu döngü, siyasetçiyi günü kurtarmaya, halkıysa sürekli umut ya da korku halinde yaşamaya mahkûm eder.

Plebisiter siyasetin bir diğer tehlikesi de duygusal iktidar ilişkilerini kalıcılaştırmasıdır. “Biz ve onlar” ayrımı, artık ideolojik değil, psikolojik bir refleks hâline gelmiştir. Her yeni seçim, bir yenilenme fırsatı değil, bir rövanş mücadelesine dönüştürülür. Demokrasi, rekabet değil sadakat üzerinden okunur.

Bugün Türkiye’nin en acil ihtiyacı, seçimleri bir son değil, bir başlangıç olarak yeniden anlamlandırmaktır. Vatandaşın siyasete katılımı yalnızca oy vermekle sınırlı kalmamalı; denetim, sorgulama ve ortak akıl üretimi gibi süreçlerle güçlenmelidir. Sandık, toplumun sesi olduğu kadar, toplumun suskunluğuna da dönüşebilir.

Seçim toplumundan vatandaş toplumuna geçiş, belki de Türkiye’nin önündeki en büyük demokrasi sınavıdır.

Devamını Oku

İran ve İsrail Arasında Kritik 12 Gün: “Mehdi ve Mesih Savaşı” Ortadoğu’yu Sarsıyor

İran ve İsrail Arasında Kritik 12 Gün: “Mehdi ve Mesih Savaşı” Ortadoğu’yu Sarsıyor
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ortadoğu, tarih boyunca büyük çatışmalara sahne oldu. Ancak son haftalarda yaşanan İran–İsrail savaşı, sadece iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi ve küresel dengeleri derinden etkileyen yeni bir dönemeç olarak öne çıkıyor. Kısa ama yoğun geçen 12 günlük çatışma, bölgedeki mezhep, ideolojik ve jeopolitik gerilimleri yeniden alevlendirdi.

İsrail, İran’ın nükleer tesislerini, askeri üslerini ve komuta merkezlerini hedef alan kapsamlı hava operasyonları düzenledi. Bu saldırılar yüksek hassasiyetle planlandı ve güçlü istihbarat desteğiyle gerçekleşti. İran ise misilleme olarak yüzlerce balistik füze ve drone saldırısı yaptı; Tel Aviv, Hayfa ve Be’erşeba gibi büyük şehirler hedef alındı. Hastaneler ve sivil yerleşim alanlarında ciddi zararlar meydana gelirken, binlerce masum insan çatışmanın acı bedelini ödedi.

Bölgede yaşanan karşılıklı saldırılar, ağır can kayıplarına yol açtı. İran tarafında 600’den fazla ölüm ve binlerce yaralı bildirildi. İsrail’de ise yaklaşık 28 kişi hayatını kaybetti, onlarca yaralı bulunuyor. Bu yıkıcı çatışma sadece sahadaki dengeleri değil, aynı zamanda Ortadoğu’nun jeopolitik yapısını da köklü biçimde sarstı.

12 gün süren çatışmaların ardından, ABD’nin arabuluculuğuyla taraflar Haziran 23’te geçici bir ateşkese imza attı. Ancak raporlar ateşkesin kırılgan olduğunu ve ihlallerin devam ettiğini gösteriyor. Bölgede gerginlik sürüyor ve yeni çatışma riskleri hâlâ yüksek.

Bu savaş, sadece askeri güçlerin çatışması değil; derin tarihsel ve sembolik anlamlar taşıyor. Kendi değerlendirmeme göre, bu çatışmayı “Mehdi ve Mesih Savaşı” olarak nitelendiriyorum. İslam’da Mehdi, adaleti tesis edecek kurtarıcı figürdür. Yahudi ve Hristiyan inançlarında ise Mesih, insanlığı aydınlığa çıkaracak beklenen kurtarıcıdır. İran kendisini Mehdi’nin destekçisi, İsrail ise Mesih’in topraklarındaki bekçisi olarak konumlandırıyor. Böylece bu çatışma, inançların, ideolojilerin ve medeniyetlerin bir hesaplaşmasına dönüşüyor.

Son haftalarda yaşanan saldırılar, kutsal metinlerde yazılı kaderin sahnelenmesi gibi yorumlanabilirken, diplomatik kanallar tıkanmış durumda. Taraflar birbirini yok edici güçlerle tehdit ederken, bu gerilimin sadece iki ülkenin çıkar mücadelesi olmadığını, aynı zamanda küresel güçlerin de bu sembolik savaşın parçası haline geldiğini düşünüyorum.

İran ve İsrail arasındaki bu kritik mücadele, dünya sahnesinde yeni bir kutuplaşmanın habercisi olabilir. “Mehdi ve Mesih Savaşı”nın geleceği, sadece bölge halklarının değil, tüm insanlığın kaderini etkileyecek önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. Bu tehlikeli hesaplaşmanın nasıl sonuçlanacağı ise zamanla netlik kazanacak.

Devamını Oku

Ferdi Zeyrek: Makamdan Değil Kalpten Yönetmiş Bir Adamın Ardından

Ferdi Zeyrek: Makamdan Değil Kalpten Yönetmiş Bir Adamın Ardından
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Manisa artık sessiz.
Şehir gürültüsünü kaybetmedi belki, ama anlamını yitirdi. Caddelerden geçen araçların sesi aynı; ama bir şey eksik. Sabah erken saatlerde esnafla çay içen, belediye protokolünden önce çocukların başını okşayan, su faturasını düşünen bir vatandaşın omzuna sessizce destek olan bir adam vardı. Artık yok.

Adı Ferdi Zeyrek’ti.
Ve onun gidişi, bu şehir için bir idari değişiklik değil; kolektif bir duygusal sarsıntıydı.

Politik Değil, İnsanî Bir Duruştu

Ferdi Zeyrek sıradan bir belediye başkanı profiline hiçbir zaman uymadı. Göreve geldiğinde rakamlardan çok sokakların dilini konuştu. İlk icraatları arasında suya indirim, halk ekmek erişimi ve sosyal yardımların hızlandırılması vardı. Fakat onu gerçek bir figüre dönüştüren şey; sayılara değil, insanlara temas etmesiydi.

Göz hizasından konuşurdu.
Duruşu kendinden emindi, yaklaşımı ise sıcak ama özenliydi. Bu yüzden insanlar onu seçmen gibi değil, aileden biri gibi gördü. Ona oy vermeyenler bile onun dürüstlüğüne ve insanlığını yitirmemiş yönetici tavrına saygı duymaktan geri durmadı.

Şehri Betonla Değil, Bağla İnşa Etti

Ferdi Zeyrek’in mesleği mimarlıktı. Ancak o, şehirle olan bağını yalnızca yapılarla kurmadı. İnsan ilişkilerinin, göz göze gelmenin, sokakta durup bir selam vermenin mimarisini inşa etti. Onu tanıyan herkes, görevinden önce insan oluşunu hatırlıyor bugün.

O bir yönetici değil, yaşayan bir vatandaştı. Gören, duyan, hisseden, sorumluluk alan bir kardeş gibiydi bu şehir için.

Yas Tutan Bir Şehir

Manisa şimdi sadece bir kaybı yaşamıyor. Yas tutuyor. Siyasi görüşü ne olursa olsun binlerce insanın sessizce ardından yürümesi, hastane önlerinde sabahlayan gençler, sosyal medya üzerinden yapılan yüzlerce içten paylaşım, halktan bir kullanıcının yaptığı o cümleyle özetlendi:

“Biz bir süreliğine düğün yapamayacağız. Çünkü bu şehir birini kaybetti.”

Ve bu yalnızca mecazi bir ifade olmadı. Planlanan düğünler ertelendi. Organizasyonlar sessizce iptal edildi. Çünkü bu yas sadece bireysel değil, toplumsaldı.

Ferdi Zeyrek bir “başkan” olarak değil, bir dost, bir komşu, bir evlat, bir ağabey olarak anılıyor şimdi. Unvanı yok artık; onun yerine içten bir eksiklik duygusu var.

O artık bu şehrin gündelik telaşında, bir çocuğun başını okşayan elde, sabah çayı içilen esnaf masasının kenarında, kaldırımlarda yürüyen yavaş adımlarda yaşayacak.
Adı, bu kentin hafızasında, yüreğinde kalacak.

Ve Ferdi Zeyrek, Manisa’da her gün yeniden hatırlanacak.

Devamını Oku

Cavit Yoldaş Yazdı… 19 Mayıs: Bir Milletin Dirilişi ve Gençliğe Emanet Edilen Işık

Cavit Yoldaş Yazdı… 19 Mayıs: Bir Milletin Dirilişi ve Gençliğe Emanet Edilen Işık
0

BEĞENDİM

ABONE OL

19 Mayıs: Bir Milletin Dirilişi ve Gençliğe Emanet Edilen Işık

Bir ulusun kaderinin yeniden yazıldığı gündür 19 Mayıs. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919’da Samsun’a çıkarak başlattığı Kurtuluş Mücadelesi, sadece bir askeri direnişin değil, aynı zamanda bağımsızlık, özgürlük ve onur temelinde bir millet olma bilincinin ilk adımıdır. O gün atılan adım, tarihin akışını değiştirmiş; işgal altındaki bir coğrafyada umudun, cesaretin ve iradenin simgesi olmuştur.

19 Mayıs’ı yalnızca bir tarih değil, yaşayan bir miras, geleceğe yön veren bir ışık olarak görmek gerekir. Atatürk, bu günü “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak ilan ederek milletin geleceğini gençlere emanet etti. Çünkü gençlik, sadece bir yaş aralığı değil; düşünceyi yenileyen, toplumu dönüştüren, adaleti ve ilerlemeyi savunan bir ruhtur.

Bugün de aynı ruhla gençlerimizin omuzlarında yükseliyor Türkiye. Ancak bu yükselişin anlamlı olması için yalnızca sporla ya da törenlerle değil, aynı zamanda değerlerimizle, kültürümüzle, tarihsel hafızamızla da desteklenmesi gerekir. Vatan sevgisi, adalet duygusu, dayanışma, özgür düşünce ve çalışkanlık… Bunlar, 19 Mayıs’ın taşıdığı gerçek değerlerdir.

Bugün Türkiye’nin dört bir yanında bayraklarla kutlanan bu özel gün, aslında her bir gencin iç dünyasında da yeniden doğmalıdır. Çünkü bağımsızlık, sadece geçmişte kazanılan bir hak değil, her gün yeniden korunması ve taşınması gereken bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, bugün sosyal medyada doğruyu savunmakta, bilimde ilerlemek için çabalamakta, haksızlığa karşı ses yükseltmekte ve ülkesine değer katacak adımlar atmakta kendini gösterir.

Atatürk’ün “Bütün ümidim gençliktedir” sözü, yalnızca bir temenni değil; bu ülkenin gençlerine duyduğu güvenin ilanıdır. Bu güveni boşa çıkarmamak, yalnızca gençlerin değil, toplumun tüm kesimlerinin ortak görevidir. Çünkü gençlik desteklendiğinde değil, inandığında dönüşür.

19 Mayıs, geçmişin kahramanlarına saygı duruşu olduğu kadar, geleceğin mimarlarına duyulan inancın da bayramıdır. Bugün her Türk genci, sadece tören alanlarında değil, hayatın her alanında 19 Mayıs’ın temsil ettiği değerlere sahip çıkarak bu mirası taşımakla yükümlüdür.

Bugün; yeniden başlamak, yeniden düşünmek ve yeniden umut etmek için bir fırsattır.

Kutlu olsun 19 Mayıs.v

Devamını Oku

Cavit Yoldaş Yazdı… Karanlığın Yeni Maskesi: PKK’nın Silah Bırakması Gerçek Mi?

Cavit Yoldaş Yazdı… Karanlığın Yeni Maskesi: PKK’nın Silah Bırakması Gerçek Mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Karanlığın Yeni Maskesi: PKK’nın Silah Bırakması Gerçek Mi?

Haber dünyasında yer edinmek istiyorsan, insanların baktığı değil, görmekten kaçındığı yerlere odaklanmalısın. Gündemin en büyük gelişmelerinden biri, PKK’nın 12. Olağan Kongresi’nde aldığı fesih kararı. Manşetler, silahların bırakıldığını, bayrakların indirildiğini söylüyor. Peki gerçek ne?

Sokak röportajlarında insanlar “Bu gerçekten bir son mu?” diye soruyor. Olası cevapları analiz edelim.

Duyurulan Gerçeklik

PKK’nın silah bırakması, medya tarafından “Tarihi bir an” olarak servis edildi. Associated Press, Reuters ve Al Jazeera gibi küresel haber kaynakları, bu gelişmeyi Orta Doğu’daki güç dengelerinde yeni bir dönem olarak yorumladı. Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla şekillenen karar, örgütün resmi olarak kendini feshettiğini duyuruyor. Türkiye ve bölge ülkeleri, bu süreci nasıl yöneteceklerini tartışıyor.

Ancak burada bir problem var. PKK’nın silah bırakması ne kadar kesin? Silahları bırakmak, sahadan tamamen çekilmek anlamına mı geliyor? Gerçekler, sıklıkla açıklananın gölgesinde saklıdır.

Perde Arkasındaki Hesap

Şu sorular masada:

  • PKK’nın silah bıraktığı açıklaması, sahada gerçek bir dönüşümü garanti eder mi?
  • Örgüt, güç mücadelesinde yeni bir strateji mi benimsiyor?
  • Yapısal bir dönüşüm mü, yoksa daha derin bir plan mı?

Benzer örgütlerin tarihine bakarsak, fesih kararları bazen yeni bir yapılanmanın önünü açmak için sahnelendi. Silahlar bırakılır, ama ideolojik yapı yeni bir formla varlığını sürdürür.

PKK’nın son açıklamalarına bakarsak, fesih kararıyla birlikte bazı kadroların yeniden yapılandırılacağı belirtiliyor. Bu, tamamen ortadan kalkmak yerine yeni bir form kazanmak mı? Eğer bu bir satranç hamlesiyse, gerçek son hamle ne olacak?

Türkiye’nin Tavrı ve Küresel Dengeler

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gelişmeyi “terörsüz Türkiye yolunda önemli bir eşik” olarak nitelendirdi. Ancak sahada gerçekten silahların sustuğunun kanıtlanması gerektiğini vurguladı. Güvenlik politikaları açısından bu sürecin sahada nasıl işleyeceği, Türkiye’nin yanıtını belirleyecek.

Bir başka soru: Uluslararası aktörler bu süreçte nasıl pozisyon alıyor? PKK’nın feshi duyurusundan sonra ABD ve Avrupa’dan gelen açıklamalar, sürecin dikkatle izlendiğini gösteriyor.

Sonuç: Ne Görüyoruz, Ne Göremiyoruz?

Haber dünyasında gerçekler, anlatılanlarla değil, eksik bırakılanlarla şekillenir. PKK’nın feshi, yeni bir dönemin başlangıcı mı, yoksa bir perde değişimi mi? Şu an için bildiklerimiz şunlar:

  • Resmi olarak feshedildi, silahlı mücadele sonlandırıldı.
  • Türkiye ve küresel aktörler sürecin detaylarını tartışıyor.
  • Sahadaki kesin etkileri henüz netleşmedi.
  • Bu karar, yeni bir yapılanmanın önünü açabilir mi? Henüz belli değil.

Son söz şudur: Her hikayenin içinde, anlatılmayan başka bir hikaye vardır. Onu bulmak, cesur bakışların işidir.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.